orijinali şurda: http://www.hafif.org/node/11036
kendisi şudur:
HERŞEY ATARİ'YLE BAŞLADI
20. yüzyılın tek kanallı, Samantha Fox'lu dönemlerinde (80'ler mevz-u bahis), Voltran ve Kara Şimşekten
başka bir eğlencemiz yoktu. Puslu bir kış akşamı ıssız bir mezarlıkta bir araya gelen üç gencin dualarına dayanamayan Zeus, insanoğluna Prometheus'un çaldığı ateşten bile önemli keşfi bahşetti: ATARİ...Önceleri birkaç mahalli milyonerin Avrupa'dan şımarık oğluna getirdiği şeytan işi alet konumunda olan Atari'nin krallığı, Atari salonu adı verilen sektörün doğmasıyla bozuldu. Evlerdeki Atari'nin favori oyunu yukarıdan geçen gök cisimlerini vuran uçaksavarlar iken, salonlarda 'PACMAN' fırtınası esiyordu...
COMMODORE 64
Yıllar geçiyor, gençlik Atari'de uzmanlaşıyordu. ABD'de Silicone Valley (Silikon Vadisi) adlı bir yer kurulmuş, bu ihtiyacı gidermek için binlerce bilim adamı ter döküyordu. Ve o doğdu: COMMODORE 64. Ne 'Commodore' ne demek biliyorduk, ne de 64 sihirli sayısının anlamını. Ama hepimiz evdeki kara 'Atari' kutularımızı kardeşlerimize hediye edip ondan edindik.
Oyunlar bildiğimiz müzik kasetlerine dolduruluyor, bir kasede birkaç (hatta daha da çok) oyun yükletmek için Kadıköy Yazıcıoğlu Pasajı'nda buluşuyorduk. (Bir de Commodore 64'te kafa ayarı hadisesi vardı. O zamanlar iyi kafa ayarı yapabilen arkadaşlar şimdi 'mail server' kuruyor!..) Bu dönemde ise en tutulan oyun, üç karatecinin yanyana durup, birbilerine anlamsızca saldırdığı dövüş oyunuydu. Elbette atarici sektörünün buna cevabı gecikmedi: 'STREET FIGHTER'
AMIGA 500
Yine de bir şeyler eksikti. Genç beyinlerimiz daha ne eğlencelerin hayalini kuruyor, Commodore'un kafa ayarı bizimkiyle uyuşmuyordu!.. Ve bir sabah o ani haberle uyandırıldım: 'AMIGA 500' diye birşey çıkmıştı. Hemen almalıydık. Ancak fiyatlarına yetişemiyorduk. Mecburen mahalledeki zengin çocukla ahbap oluyor, kabız olmasına rağmen maçlarda banko olarak forvete yerleştiriyorduk (Hakan Şükür hadisesi). Böylece Türkiye'de 70'lerden beri devam eden sosyal sınıflar arası çatışma bitiyordu.
Bu yeni dalgaya Yazıcıoğlu'da sahip çıkıyor, disketler orada yükleniyordu. Ve elbette o yılların en büyük eğlencesi mahalle arkadaşları arası 'SENSIBLE SOCCER' turnuvalarıydı. Atariciler ise Street Fighter'ın bilmem kaçıncı versiyonun yanına 'Mortal Kombat'ı eklemekten öteye gidememiş, gençliğin gözündeki cazibesini yitirmişti.
486'LAR
Gençlik ve bilim adamları arasında inanılmaz bir yarış başlamıştı. Biz hayal ediyorduk, onlar yapıyordu. Ancak bir keşif bizim bile hayallerimizin ötesindeydi: '486'...
O zamana kadar bilgisayarlar 'Dos'ta yazı yazmaktan ibaretti ve bunu yapabilene bile mahallenin Neil Armstrong'u muamelesi yapılıyordu. Oysa 486'lar inanılmazdı. Ve bu efsane kendi efsanelerini yarattı: 'DOOM 2 ve WOLFENSTEIN'. Artık akrabalar, misafirler yüzümüzü göremez olmuştu, zira biz odamızda 'Nazi katliamı' yapıyorduk. Atariciler ise bir bir kapanıyordu. Son çare olarak altından porno resim çıkan platformu açtığımız oyunu denediler ama sarmadı. Ülkede bu gelişmeler yaşanırken Yazıcıoğlu'nda tek tük bilgisayar satan yerler açılmaya başlıyordu. (Bu arada 486'lardaki en önemli yeniliklerden biri de oyun oynarken adam gibi sesler duyabiliyorduk.)
PENTIUM II
Büyük bir sektör oluşmuş, yenilikler birbirini izliyordu. Intel firmasının ürettiği Pentium II MMX serisi bize yıllardır beklediğimiz hızı sağlıyordu. Bu dönemde favori oyunumuz 'FIFA 96' idi...
VE NİHAYET 'İNTERNET'
Artık sosyal yapı değişmiş, yıllar yılı Atari'nin evrimini yakından takip ederken mahalle arkadaşlarımızdan uzaklaşmış, şişmanlamaya başlamıştık. Ancak yalnızlığımızı giderecek bir keşfe ihtiyaç duyuyorduk. Dolayısıyla 'İnternet Devrimi' (devrim kelimesi abartı değil!) ülkemize ilk olarak 'Chat' aracı olarak girdi. Bu yolla arkadaş hatta sevgili bile bulabiliyorduk. Ayrıca bedava indirdiğimiz MP3'ler sayesinde eğleniyorduk (Ama bazı arkadaşları 'bedava porno siteleri'nde ve 'mirc scriptler'de kaybettik).
Yıllardır yeraltında saklanan ataricilerde 'internet cafe' olarak karşımıza çıktılar. Tabi 'cafe' kısmını 'birşeyler atıştırın' anlamında değil, 'para alıyoruz!' anlamında kullanıyorlardı.
21. YÜZYIL
Aradan bir yüzyıl geçti, alışkanlıklarımız değişti. Atari'den Pentium IV'e geldik (gerçi hala Yazıcıoğlu Pasajı'ndayız). İnsanlar internet aracılığıyla eş buluyor artık. Bu hızlı değişime ne derece ayak uydurduk, iyi mi ettik bilemiyorum. Ama artık hiçbirşey eskisi gibi olmayacak.
Pazar, Kasım 27, 2005
Pazar, Kasım 13, 2005
öyster
en dandik romanın yazarına sorsan "karakterlerimin gerçek hayattaki insanlarla alakası yok, hepsi benim kafamda" yok ya? oturdun hepsini kıçından uydurdun dimi... peki chuck palahniuk'in "kahramanlarım için çevremdeki insanlardan ilham alıyorum" demesi nedir? oyster (lullaby) gibi bir karakter olabilir mi insanın çevresinde?
inseyşıbıl
bu adam var ya, "bir grup denek"ten biri olsa, bu deneyde de deneklerin yarısına gerçek ilaç yarısına plasebo veriliyor olsa buna plasebo geldi diye "ay ne bahtsızım ilacın bile dandiği geldi bana" der durur. onu bunu kafasına takar.
en az "hep sorarım ben kendime niyee kısmetsiziiiim" diye şarkı söylerken aşk hayatındaki başarısızlardan ve hezimetlerden bahsederek yüreklerimizi dağlayan petek dinçöz kadar kısmetsizdir bunlar.
en az "hep sorarım ben kendime niyee kısmetsiziiiim" diye şarkı söylerken aşk hayatındaki başarısızlardan ve hezimetlerden bahsederek yüreklerimizi dağlayan petek dinçöz kadar kısmetsizdir bunlar.
Pazartesi, Kasım 07, 2005
nokia20lives
şu phil blitz denen herifi gördüm de aklıma geldi, ... neyse onu sonra anlatayım da harbi ünlü oldu bu adam dimi şimdi? en azından belli bi çevrede baya ünlü oldu. hala dünyanın büyük bi kısmı ondan haberdar değil ama ilerde karşımıza çıkarsa "evet evet biz onda bir cevher görmüştük" deriz en azından (the oracle tribi). cevher ki ne cevher... bitmez tükenmez bir enerji, bir soytarılık, bir haytalık, bir jim carrey potansiyeli. belki de çoktan keşfedilmiştir de ben de hariçten gazel okuyorumdur, neyse ya...
ne diyodum, hah aklıma geldi. belli bi çevrede tanınmak, yüzünün "public" olması ya da bir şekilde "hep orada olmak". "printed" olmak, "recorded" olmak, insanların istediğinde ileri geri, istediğinde zoom in zoom out yapabiliyor olması garip biraz. asıl aklıma gelen bizim ingilizce kitaplarındaki hikayelerde oynayan çocuklardı. bunlar ünlü oluyorlardı ama gerçek adlarını bilmiyorduk. [phil blitz de fena halde ünlü sayılır ama gerçek adını bilmiyoruz]sokakta görsek tanırdık mesela... ben merak ederim bu adamlar şu anda nerdeler napıyorlar falan diye. ya da bunun teklifi nasıl oluyor? filmde oynamak gibi kitapta oynamak da mı var? sonrası ne tür bir kariyer? fotomodellik mi?
ne diyodum, hah aklıma geldi. belli bi çevrede tanınmak, yüzünün "public" olması ya da bir şekilde "hep orada olmak". "printed" olmak, "recorded" olmak, insanların istediğinde ileri geri, istediğinde zoom in zoom out yapabiliyor olması garip biraz. asıl aklıma gelen bizim ingilizce kitaplarındaki hikayelerde oynayan çocuklardı. bunlar ünlü oluyorlardı ama gerçek adlarını bilmiyorduk. [phil blitz de fena halde ünlü sayılır ama gerçek adını bilmiyoruz]sokakta görsek tanırdık mesela... ben merak ederim bu adamlar şu anda nerdeler napıyorlar falan diye. ya da bunun teklifi nasıl oluyor? filmde oynamak gibi kitapta oynamak da mı var? sonrası ne tür bir kariyer? fotomodellik mi?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)