Cumartesi, Ocak 27, 2007

seneye de bekleriz

Bir bar taburesi üstünde, -Allah babama uzun ömür versin- 24 yaşındayım. All alone - always stays the same, nothing ever changes/English summer rain seems to last for ages diyerek bu tribal girişime bir tribal grubun sözlerini ekleştiriveriyorum (üzerimde emekleri var ne de olsa, saygı duruşu). Trip atmak bile bir sanattır esasında, karşında trip atacak birilerini bulmak da. Bir de bazı kadınlar bu konuda kıskandıracak kadar şanslıdır.

Kadın denen varlığın tamamı, en bilindik fetiş nesnesidir zaten, çok zaman da tripleri bunun dışında tutulmaz.

Cuma, Ocak 26, 2007

Çarşamba, Ocak 24, 2007

trick or treat?

Halkın arasına karışma çabalarım hızla sürüyor sevgili milyonlarım, evvela şu Lost nam diziyi seyrederekten bir adım attım ki, benim için küçük ama insanlık için büyük bir adım olduğunu belirtmeye bilmem gerek var mı. Lost ile yatar Lost ile kalkar oldum o ayrı, fekat ünlü düşünür John Locke'un da dediği gibi "every single second of my pathetic little life is as useless as that button". Hezeyanlara sürükleniyorum muntazaman.

Şu blog alemi de bir alem canım, mimlemek diye bir şey çıkarmışlar. Birisi birisini mimleyince sobelemiş oluyor, sonra da kimsenin bilmediği bir şey anlatılıyormuş. Bak sen! Şişe çevirmece vardı, şimdi şişenin ucu bana bakıyor gibi oldu. Bunun versiyonları varmış, "I never". Haha, neler de öğreniyorum. Bir de Trick or Treat vardır Halloween'de çocuklar kapıya gelip sorarlar bunu, şeker verirsiniz. Karşınıza çıkarsa haberiniz olsun diye söylüyorum milyonlarım.

Sıra bendeymiş, hadi bakalım bakınız nasıl karışıyorum insan arasına.

Hakkımda pek kimsenin bilmediği, belki bildiği ama benim bahsetmediğim bir şey; ben bir oyuncu olmak isterdim (uuu! herkes ne kadar da şaşırdı değil mi?). Çok zaman garipsediğim bir şeydir, sadece bu bedene ve bu ruha sahip olmak. Sadece bu gözlerle görüp sadece bu kişinin bildiklerini bilmek. Halbuki ben hep bir başkasının bedeninde bulunmak, belki bir başkası gibi düşünebilmek isterim. Ruhum gezgin olsun isterim, ya da, "ben", ruhtan ruha gezsin isterim. Olup biteni hep tek gözden, tek "set" algı ile bilmek tuhaf gelir bana. Bunun aksini de oyuncu olursam yapabilirmişim gibi gelir. çünkü, eğer o karakteri bir oyuncu oynayacaksa, onu tanıması yetmez. O olması gerekir, onun içinde olması gerekir. Bu yüzden, bir süreliğine bir başkası olmak, başkasıymış gibi düşünmeye çalışmak belki bir başka ruha ve bedene sahip olmak, olduğunu zannetmek, öyleymiş gibi davranmak, oyunculukla mümkündür. Ben de bu şekilde, başkalarıymış gibi yaparak bir nevi bu tuhaf isteğimi gerçekleştirmek isterdim.

Bu kadar. Kimseyi mimlemiyorum. Dağılın.

Çarşamba, Ocak 10, 2007

beyhude hanım

Bu kadar kalabalık bir yerde kafayı kaldırıp bakınmalı mı, yoksa her zamanki gibi baş önde "poşveeeeer" tribinde mi gezmeli? Hoş kafamı kaldırsam kime bakınacağımı bilmiyorum, galiba şu arkamda oturan iki zibidiydi. Otobüs hareket ettikten az sonra gelip bir şeyler konuştular, "burda mı açsak" gibi bir muhabbet yaptılar (şehirlerarası-şehiriçi seyahatlerde hala otobüs kullanıyorum, fakirim, avamım...). Dönüp bakmadım onlara, söylediklerini de duymadım zaten, müzik dinliyorum çünkü. Yine de çok eğlendiklerini anlayabiliyorum, film mi seyrediyorlardı artık neyse. Havamda olsam onlara katılırdım belki, bilmiyorum.

Mola halindeki kalabalıktan biraz uzakta, benzin istasyonuna biraz yakında, dönsem mi dönmesem mi... Bir bakınıyorum, şimdi birisi gelse muhtemelen şöyle bir şey olacak;

-burda sigara içilmez bağyan
-intihar komandosuyum ben...

Eğlenceli olurdu herhalde. Neyse, şu iki zibidiyi hatırlarım belki biraz bakınırsam. Az evvel yanımdan geçtiler çünkü. Onlardı galiba ama, buna dair de sadece bir "his" var içimde, o kadar. Ben yukarıya çıkarken aşağı iniyorlardı, "saçları güzelmiş..." dediklerini duydum. Eh, o sırada o yakınlarda saçları güzel bir başka kimse yoktu. Benim saçlarım güzel mi acaba? Simsiyah ve dümdüzler şu anda, uzun bir de. Benim saçlarım hiç uzun olmamıştı ve hiç düz değildi. Belki de bulup onları sormalıyım, "söyleyin ulan! nerem güzel başka? dudaklarım güzel mi?"

Onun dudakları çok güzeldi mesela, bak, iki saattir o yüzden ağlıyorum ben. Şu aptal film yüzünden, Snatch'teki Turkish var ya.. neydi adı? O işte. Sonra hâlâ Haligh, haligh, a lie, haligh dinliyorum, birkaç parça da eski şey... Yüzüm cama dönük, elim yanağımda bir gözü yaşlı kurbağa... İki saat olmuş, uyuklamışım galiba, "it's four in the morning/the end of december/i'm writing you now just to see if you're better" diye uyanıyorum. Sonra da, Between the Bars...

Hiç söylemedim ona Between the Bars'ı, kendime söyledim de, beğenmedim. Zaten ben şarkı da söylemezdim pek. Bir şeyler dinleyip "hislendiğim" olurdu da, ağlamazdım herhalde. Bir şarkı dinleyip sigara içmeye de başlamazdım. Kimsenin dudaklarına bakmazdım, kimsenin yüzünü de hatırlamazdım. Bu siyah, dümdüz uzun saçlı kız da ben değilim galiba.

Yüzleri hatırlamak da hep beyhude bir çabadır nedense...