Pazartesi, Ocak 14, 2008

sizi unuttuğuma şaşmamalı

Çok da meraklı sayılmam, ama merak ettiğim, öğrenmek istediğim şeyler oluyor.

Ansiklopediden kitaptan öğrenilmeyen şeylerden bahsediyorum. Zaten onları "merak"sız öğrendiğimizden, hani motivimiz merak olduğunda "bilgi" küçümseniyor gibi olduğundan, o tarz meraka "öğrenme isteği" deniyor.

Merak, dedikoduya, söylenmeyene, "özel"e, saklanana duyulan şeydir, öyle biliriz. Ben de şimdi farkettim, "merak ettiğim şeyler var" derken kitapta yazanları değil daha "beşeri" mevzuları öğrenme isteğini kastettiğimi.

İşte böyle bir şeyi öğrenmek için sorular sorarım ben. Çünkü bunları öğrenmenin en doğru yolu alakalı kişiye sormaktır. Ama genelde öyle yapılmaz. Mesela, davranışlar takip edilir, vücut diline bakılır, dolaylı sorular karşısında verilen cevaplar analiz edilir, tuzaklar kurulur; yani değişik şartlar oluşturularak deneğin bu şartlar altındaki davranışı incelenir. Tuzak dediğim bu. Çünkü doğrudan sorarsak merakımızın ayıplanacağını düşünürüz.

Dolaylı yollar istemsiz davranışları/sözleri getireceğinden, belki muhatabın cevap vermek istemediği sorudan kaçmasını, cevabın saptırılmış olmasını engelleyip doğrudan sonuca ulaşmayı sağlayabilir. "Dolaylı" yollarla "doğrudan" bir sonuca ulaşmayı, ulaşma ihtimalini anlatarak şahane bir hava yakaladım mesela şu an.

Halbuki bu dolaylı sorular, yapay şartlar ile alınan cevapların yorumlanışı çoğunlukla fiyaskodur. İnsanın kendi bile çok zaman ne düşündüğünden, daha doğrusu neyi niçin, ne düşünerek yaptığından emin değilken bütün bunlardan doğru neticeler çıkarabilmek zordur. Dahası, bu bilgilerin doğruluğunun tespiti imkansızdır.

Bana göre en güzeli, alınacak cevabın geçiştirme, saptırma, doğru, yanlış olma ihtimallerini de gözeterek, yine de, doğrudan sormaktır.

Böyle durumlarda, zor sorular karşısında, cevap vermek istemediği sorular karşısında, şık manevralarla hem yeteri kadar bilgi içermeyen cevaplar vermek, hem de bunu farkettirmeden konuyu başka yönlere çekmek bir yetenek olmalı. Bir zaman sonra hatırlarım çünkü, "sordum tabii, sordum bunu. ne demişti?" Hiçbir şey dememiştir, ben de o şahane manevrayı böyle sonradan farkederim. Bana sorulsa böyle bir soru, en fazla, "söylemek istemiyorum" derim. Zaten pek de saklanacak bir şeyim olmaz, sorulunca söylemeyeceğim neyim var şimdi onu düşündüm mesela, yok.

Cevabı aldığımı ve doğru olduğunu varsayıyorum. O zaman da şöyle bir durum doğuyor; bu cevabın geçerlilik süresi. Malum zamanlar, düzenler, fikirler, cevaplar sürekli değişir. Bugün doğru olan yarın "belki", bir başka gün yine doğru, ya da, bu defa yanlıştır. O kadar değişiklik olur mu peki? Neden olmasın, olmasa canımız bu kadar yanar mıydı, peki?

İlkokul dörtteydim sanırım, o vakitler çok yakın olduklarını bildiğim iki arkadaşımdan biri bana -sanırım- en yakın arkadaşı olarak beni gördüğünü söylemişti. Çok emin değilim hadisenin detaylarından, iki sevgiliden birinin gelip bana ilan-ı aşk etmesi gibi bir şeydi işte, şaşırmıştım, dün aynı şeyleri ona söylemişti belki, bugün bana söyledi. Yarın yine ona söyleyecek. Ya da, bir başkasına. İki sene sonra bunu hatırladığımda şöyle düşünmüştüm: "O zaman söylediklerine bakarak şimdi onun yanında olsam, olmaz, değil mi? O zaman, o zamandı, şimdi başka". Dahası, bunda garip bir şey yoktu. Bu, soğuk ve katı bir farkındalıktı, ya da "farkediş". Bu farkındalığın da daha sonra tedirginlikten başka bir faydası olmadı. Farkında olmak, değişmesinden endişe duyduğum şeylerin bir gün değişmiş olduğunu daha kolay kabullememi sağladı, fakat, daha kolay atlatmama pek yardımcı olmadı.

Yine de -hala- sorular soruyorum, cevapların değişeceğini bile bile, değişmeyeceği ihtimalini de bilerek; sözler duyuyorum, unutmak üzere.

Hiç yorum yok: