Yine bir iyi ki doğdum günü, bu defa 25 oldum.
Sayılara takılacak değilim, "çeyrek asrı devirdik görüyor musun Fikri..." fakat şaka maka çeyrek asrı devirmişiz. Ne olacaksa asır devirmekle, merak ediyorum saman gibi geçmiş bir asrı devirsen ne olacak?
Zira asla "yaşlarım"a alışabilmiş değilim, "ben 17 yaşındayken" diye hatırlamıyorum hadiseleri, hesaplayarak yaşla bağdaştırıyorum sonra. Hele 21'den sonra daha bir garip, mesela 23 çok büyükken ne ara 23 oldum, 24'ken nasıl bir 24 oldum; ya da insan nasıl bir 22 olmalıdır bilmiyorum. 30 güzel ama bak, nasıl bir 30 olabilir insan, bu konuda fikrim var, 27 hakkında da var.
24 saatlik gün bazen insanın vücut saatine uymaz ya, vücut saati günü kendine göre başlar ve bitirir. Bunun gibi insan da yaşına göre değil yaşadığına göre büyüyormuş. Bazı seneler yaprak kımıldamazken bazı sene içinde 2-3 yıl birden atlayabiliyormuş.
10 yaşında, sanırım bildiğim, kendim tecrübe ettiğim ilk ciddi şeyi öğrendim, daha doğrusu keşfettim; insanların duyguları, düşünceleri sürekli değildir, ne sana, ne bana, ne kimseye karşı. Ağaç bile bıraktığın gibi durmuyor, o mu duracak?
12 yaşındayken bir gün, okula bisikletle gittiğim günlerden bir gün, bisikletle dönerken, boş yolda, "hayat hep böyle zor mu?" dediğimi hatırlıyorum. Fakat o gün ne olduğunu asla hatırlamıyorum, bayılırmışım böyle koca koca laflar etmeye, yazmışım da üstelik bunu bir yerlere. Bundan sonra büyük laflar etmemeyi öğrenmeliydim, öğrenemedim.
15 yaşında, her teneffüste tuvalete beraber gidip saçını başını düzeltecek birisiyle çift halinde gezmiyor olmanın bir eksiklik olmadığını öğrendim.
16 yaşında, anlatılanla anlaşılanın aynı olmayabileceğini öğrendim. Kendini anlatmak, kendini doğru ifade diye bir şey varmış, öyle gelişine olmuyormuş. Adamı şey sanıyorlar sonra maazallah.
16 yaşındayken duyduğum en güzel şey, bir arkadaşın söylediği "gecenin en karanlık olduğu zaman, sabah olmasına en yakın zamandır." sözüydü. 16 yaşında, herkes bir anda giderse neler olacağını öğrendim. Bu yüzden bi daha yemezler.
Yine yaş 16, kız denen yaşam formunun ağır adımlarla, zerafet içinde yürüyen, rüzgarı parfüm kokan, genç kız ve pop müzik dergileri biriktiren bir şey olmasa da olabileceğini öğrendim. Hiphopçı tipi kız vaa, metalcisi vaa, kabadayısı vaa, arabeskçi alamancı vaa, vaa oğlu vaa...
17 yaşında son derece yavşak ve zevzek birtakım ilişkilere birinci dereceden şahit olarak yazıldığımdan "nalet olsun erkek denen şeyle başka bir şey yapılmıyor mu ulan" deyip varoluşuma isyan ettim, bu sebepten uzun yıllar potansiyel sevgililerin ensesine tokat, kulağına fiske attım.
"En iyi arkadaş, ihtiyacın olduğunda hiç yanında olmayan şeydir." - 17 yaş. Üstelik bunu kullandım kaç sene sonra, onaylayan bile çıktı. Doğru öğrenmişim demek ki.
18 yaşında soyutlanmayı öğrendim. Bilfiil içinde olduğum her şeyin aynı zamanda dışında olmayı becerebildim ki, istemediğim anılar pek siliktir.
19 yaşında işler ne kadar "messed up" olursa olsun, o "mess"i paşa paşa temizleyeceğimi öğrendim. Hem de en başından başlayarak. Birine gidip, "burayı çok karıştırdım ben, yardıma ihtiyacım var" demenin bir faydası olmayacağını öğrendim, ve birisi "bak bu defa seni kurtarıyorum ama bir daha bu kadar karıştırma" deseydi bunu öğrenemeyecektim. Bazı tecrübeler olması gerektiğinden pahalıya mal oluyorsa o insanın kendi salaklığıdır.
Aman iyi ki öğrenmişim, bu yüzden "yardım isteme güdüsü"m güdük kaldı.
21 yaş, hiç bitmez denen biter, asla olmaz denen olur. Olabilir, öğrenmek lazım bunu. Şaşkınlık, bir "dönem" adıdır.
23 yaşında, birilerinin gelip birilerinin gittiğini farkettim, düne kadar hiç tanımadığın birisiyle bugün neler konuşuyor olduğuma şaşırdım. İnsan, arkadaş falan, ne çok yakınında durulası, ne çok uzağında olunası bir şey. Güvenli bir mesafede durulursa, çok da sevilesi bir şey.
ve dönüp bir bakınca, sonun başlangıcı denen şey doğruymuş, olabilirmiş, onu öğrendim.
Yine 23, olan biten, insanın üzerinden su gibi akıp gidebilirmiş. Taşın üzerinden akan su gibi ama, odunun değil. Su odunu çürütür ama taşı sadece aşındırır, içine işlemez. Her sabah, temiz bir dimağ, hınçsız-hırssız bir zihinle, bomboş uyanılır, bazı günler de bir tortu hissedilebilir, "bu ne ola ki" denebilirmiş.
Ufacık bir söz insanın kalbine kalbine gelir, titretirmiş; insanın hayatını değiştirebilecek başka şeyler, gönlünün ucuna bile değmez, bir kıpırtıya bile sebep olmazmış - buna bir isim koyamadım ama bunu öğrendim.
24 yaşına kadar, "niyet insanı kurtarır" sanırdım, kurtarmadığını öğrendim. Ne niyet, ne emek. İyi niyetler de, verilen emek de sırası geldiğinde orada bırakılıp gidilmeli. Mümkün mertebe çabuk, olay yerinden uzaklaşmalı, uzaklaşılırken de unutmalı.
Yine 24, baya, bildiğin kadınım ben yahu - bunu öğrendim.
Seneye de bekleriz, hatırlayıp kutlayanlara, bilhassa bu yaşımın en güzel hediyesi Elif Ece'ye teşekkür ederim.
Pazar, Ocak 27, 2008
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
geçmiş oluyor hep.
elimizden başka türlüsü gelmiyor.
Yorum Gönder