Pazartesi, Mart 03, 2008

su sızıyor

Kadın elinden çıkma yazılarda kadın sorunlarına kadınca bakışlardan, üçüncü sayfa haberlerindeki istismar edilen kadının çığırtkanlığının yapılmasından, "türban" meselesine "modern kadın" gözüyle bakıştan baydım feci. Kadın duygularınıza, erkek oluş halinize dokunmadan bir insan olsanız iki dakka, evvela vicdan organlarınızı yoklasanız da öyle konuşsak, gerisi ufak bir ayrım.

***

Yazsam yazsam hiç anlaşılmasa, kelimeleri dizsem dizsem rastgele, o da benim dünyam olsa. Alabildiğine soyut bir anlatımı benimsesem, bir gün muhayyileden, diğer gün pantolonlu buluttan dem vursam. Öyle yapıyorlar bazen, kim anlıyor, kime anlatılıyor bilmiyorum, bana değil herhalde.

***

Bunaldıkça kaçacak delik arayanlar er geç ana rahmini keşfedecekler. Hep vardı gerçi ama, yeniden trend olacak görürsün. O vakte kadar bir şirket kurup ana rahmine günübirlik seferler düzenleyelim diyorum, ha Muhsin?

***

Babaannemin 15 sene öncesine kadar peynir suyu süzdüğü kesenin yıkanmış ama çıkmamış kokusu, eve sinmiş yoğurt, peynir, serin serin kap kacak kokusunun, arka odaların havasının sokak ortasında ne işi var? Bu da mı rutubet ulan?

***

Düşün taşın, tart biç, en sonunda elindeki teraziden şüphe eder hale geldin. Varoluşsal birtakım fikirlerle dertlendin, pekiyi kredi kartının limiti TopShop'ta bitince dertlenenden daha fazla bir katkın mı oldu dünyaya? Ne bağırıyorsun o zaman?

***

Eskiden soyut ve somut ayrımı böyle kolaydı; duyularla algılayabildiklerimiz somut, algılayamadıklarımız soyut. Prefrontal korteks bir duyu organı değildir, hayır. Kıskançlık soyuttur. Artık o kadar kolay değil, ağaç mesela, soyut. Ne ağacı? Meşe ağacı. Meşe ağacı somut, en az meşe odunu kadar, somut, ve budaklı.

3 yorum:

isfendiyar dark dedi ki...

"Yazsam yazsam hiç anlaşılmasa.."

güzel görünüyor di mi? kazın ayağı öyle değil. ben yapmadım gerçi ama, öyle olmadığından eminim, "biliyorum" diyebilirim. niye, nasıl? sürat felakettir, veya şişede durduğu gibi durmaz, öfke baldan tatlıdır türü vecizeleri aklıma getiren bir koku var bu olayda. şöyle bir aklıma geleni yazayım, boşalayım, rahatlayayım havası var çünkü. hatta şeytan diyor, otur yaz aklına ne gelirse gibi.

şeytan diyor işte, daha ne diyim :)

bildiğim akıl dışı, irade yoksunu hareketlerin sonunda bir başağrısı, bir boşa geçmiş zaman, kaybolmuş masumiyet hissi oluşur. iğrenç, yapış yapış bir his. bunda da o var. iradeyi aşmak ve iradesiz davranmak sureta aynı görünse de içerik olarak tamamen zıt şeyler. yoksa herkes şair, herkes peygamber olurdu (gerçi peygamber olmak için başka şeyler de gerekiyor, ayrı mevzu)

yapma bence.

isfendiyar dark dedi ki...

bir de aynı şeyi üç kere yazmışsın:

"yazsam anlaşılmasa"
"bunaldıkça kaçacak delik aramak"
"düşün taşın hepsi boşa.."

işin ilginç tarafı, işlemler aynı, sonuç farklı :)

denemeci paşa dedi ki...

Yazdıklarımı anlaşılmamak üzere yazıyor olsaydım, lazım olduğunda type edilmiş halde, toplu olarak bulup çıkarmak için, dönüp ara ara bakmak için bir yerde biriktirmezdim. Defterlere yazar, onları da denize atar, ya da yakardım. Bilakis yazdıklarım anlaşılsın istiyorum, anlatamıyorum. Başka türlü yazanlar var, muhayyile dilinden; fırtına kopmuş da her şey havadaymış, ele çarpan kelimeleri alıp dizmişiz gibi. Onu kastediyorum. "Ben de yazsam böyle, anlaşılmasa, bir tek ben anlasam" gibi, ilk defa laf sokma niyetiyle yazdığım bir şey iyi niyetle anlaşıldı. Şaşkınım.

Bu üç ifadenin paralelliğine de şaşırdım ha, doğru aslında. Halbuki hiç böyle düşünmemiştim, bende hepsi farklı yerlerden gelip farklı yerlere gidiyor.

Bunaldıkça kaçacak delik arayan da ben değilim, işin sadece ticaretindeyim. Muhsin yarın gelicek konuşucaz, para da getircekmiş "ben o işi ayarlicam kanka, sen rahat ol" dedi.