Çarşamba, Temmuz 08, 2009

alış veriş tüketiş

Sonunda aldım bir yeni bilgisayar, son derece uygun fiyatlı, şahane değil ama uzun süre ihtiyacımı görecek donanıma sahip, tipi her gün yüzüne bakmaktan sıkılmayacağım kadar iyi (tipsiz bir makinaya bakmaya dayanamam dostum), ne bilim onun dışında istemediğim halde geniş ekranlı, çözünürlüğü de eskisinin aynısı (ekstra pikseller zaten geniş ekrana eklemlenenler) bir makina. Alalı üç hafta kadar oldu. Bir aldığım gün açıp bir derdi var mı diye baktım, bir de üzerine Ubuntu kurdum (onu yaparken de vistayı uçurdum, "tek partition'a kurulur kurulur pişeyolmaz" diye bana gaz veren arkadaşa selam ederim.) Şimdi tekrardan üzerine Vista kurmam lazım, elim ermiyor. Hani yeni alınan şeyi doyasıya kurcalama, günlerce oynama, baka baka doyamama tribi var ya, o yok işte.

Gerçi benim odanın dekorasyonunun "şeytan eniğini kaybetse bulamaz" tandansı da yadsınamaz bir gerçek, bunun da etkisi var. Yani adamı yatağın üzerine koysam zaten bir bilgisayar dötü koymalık düz alan yok, koydum diyelim, adamın fanları manları ilk günden toz dolacak, hayvanlar gibi ısınacak üstelik zavallım, yazık. Esas korktuğum makina yatağın üstündeyken o yatakta uyuyakalmak ve aleti tepikleyerek yataktan atmak. O yüzden elim gidemedi.

Biraz hevesim olsa böyle olmaz aslında. Adına yeni hevesi de, bir şeyler yapma hevesi de, ciddi ciddi hevesi kaybettim. Yeni aldığım hiçbir şey bana deli gibi mutluluk vermiyor bunu farkettim. Verdiği en şahane mutluluk belki bir gün sürüyor, sonra varlığını bile unutuyorum o şeyin. Böyle olduğunu bildiğimden ne alışveriş yapmaya, ne satın almaya gönlüm var; window shopping dahi edemez oldum. Hasbel kader bir alışveriş merkezine gitsem etiketli bir ton şey üstüme üstüme geliyor gibi oluyor. Hepsini bedavaya veriyor olsalar yine almak istemem gibi geliyor...

Para ve imkanın insanı kısıtlaması oyunun kuralı gibi bir şey aslında, kısıtlama olmazsa istek hepten kaybolacak çünkü. Satın almanın bir motivi de "ben bunu alacak güce ve imkana sahibim" duygusu olmalı. Belki de değildir, belki pahalı markalar için öyledir de indirim günleri için değildir, bilemedim. Ama şöyle bir resim var önümde; bir alışveriş merkezi dolusu etiketli kıyafet, ıvır ve zıvır önümde dökülü duruyor, askılarında, hazır ve nazır, istersem hepsini alabilirim. İster miyim? Yok valla da istemem. Dedim acaba para harcayasım olmadığından mı istemiyorum bir şey almak, yok öyle değil, hepsi senin deseler yine istemem. Bir kere nereye koyacaksın, nerde tutacaksın, hangi birini giyeceksin/kullanacaksın? Ciddi mesai bunlar.

Bir de indirim zamanından geriye kalan giyilip giyilip çıkarılmış, ama etiketi üzerinde yepyeni kıyafetleri düşün. Ne oluyor acaba onlar? Kimsenin sahip olmadığı, kimsenin olmamış şeyler. Sahip olunmak için yapılmışlar ama kimse almamış. Things you own end up owning you da, kimsenin sahibi olmadığı şeyler ne olacak? Tüketim çılgınlığına rağmen tüketilmemişler? Kimseleri sevindirememişler? Peki ya ambalajlar? Her biri birer ürün olan, ama esas görevi ürünü taşımak olan, kimsenin sahip olmadığı ve kimseyi mutlu etmeyen kutular, paketler; eve gelir gelmez işi biten, çöpe giden ambalajlar? (Allahım son vermek istiyorum bu farkındalığa, insanlığı uyandırmak misyonu edinmiş gibiyim)

İşte böyle, bir şeyler almaya niyetlensem bile devasa bir mağaza görünce hafif tırsıyorum. Biri çıkıp "Hepsini al, senin olsun" diyecek gibi geliyor. Ben yine de ihtiyacım kadarını alıyorum, benden sonra başka küçük adamcıklar gelip küçük paracıkları vererek koca mağazayı gün gün, sezon sezon eritiyorlar. Bir indirimle biraz daha eritiyorlar, sonra eritilmek, birilerinin evinde birilerine mutluluk vermek üzere yeniler çıkıyor, pazar oluyor, tüketim oluyor.

Mağazalar dolusu ıvır zıvırlar ben alsam da orada, almasam da. Benim için değil, pazar için yapılmışlar aslında.

1 yorum:

isfendiyar dark dedi ki...

oralarda bulunan onca ürünün senin alacağın şeyi taşımak için orada olacağını hayal ettin mi hiç?
tersini düşün. orda bir köy var uzakta misali, almasak da, görmesek de, orda istediğimiz an gidip alabileceğimiz tonla ıvır-zıvırın bulunması bize güven veriyor (anahtar kelime: güven).

kendimi her sene bahçesindeki/tarlasındaki ürün için uğraşan, ordan çıkacak olana bel bağlayan adamın yerine koyuyorum. bir sene boş geçsem, sel olsa, yangın olsa, bişey olsa aç kalacağım. halbuki o mağazalar, depolar oralarda bulunduğu sürece istediğim şeyi istediğim an bulabilme imkanına sahip olduğumu biliyorum. bu güvenle yaşıyorum. (bu yüzden çiftçi tanrıya inanıyor, ben mağazaya)

o değil de (hastayım bu kalıba), şimdi aklıma geldi, sokakta bisürü insan var, kalabalık neyin. şimdi onların içinden benim tanıdığım, konuştuğum, işimi gördürdüğüm, ettiğim adam sayısı belli. geri kalanlar benle alakasız, hatta gereksiz bir yoğunluk vs. şimdi şöyle bir ütopya yapsak, sadece benim işime yarayan, benimle ilişkili insanların bulunduğu bir ekosistem olsa, nasıl olur? el-cevap: sıkıcı olur.

işte bütün bu kalabalık insan, eşya, bina, vs yığınının varlık sebebi. can sıkıntısını ortadan kaldırmak. çünkü canı sıkılmaya başlayan (ve bunun farkına varan) insan tehlikeli bir insandır.