Bir zamanlar röportajlarda filan sorulurdu galiba, öyle bir soru vardı meşhur; "Hayat felsefeniz nedir?"
Sonraları anket defterlerine, ne bilim casual chatlere kadar geldi bu hayat felsefesi. Herkes birbirine hayat felsefesini sorar oldu, ve bu soruya bağışıklık geliştirilerek birbirinden klişe cevaplar uyduruldu. Hayattan da, felsefeden de bihaber, "Hayatta en önemli şey sevgi"den tut "Hızlı yaşa genç öl" basitliğine kadar türlü pespayelikte hayat felsefesi üretildi buralarda. Sonra bakıldı ki bu alan kısır, bu alan kabız, kimse kimseye hayat felsefesi sormaz oldu. Birtakım insanların hayatı felsefesiz yaşaması icap ettiği idrak edildi belki de.
Şimdi ben tutup bir şey düşünüyorum ve dönüp dolaşıp adına "hayat felsefesi" diyeceğim geliyor. Diyemiyorum çünkü o kelime rezerve. O kelime yıllar önce kullanılıp atıldı, fikir atığı oldu, onu atıldığı yerden çıkarıp başka bir şeye isim edemem. Etsem güzel olurdu halbuki, bulduğum şeye fasulye diye isim koyacak değilim. Aslında "bu hayatta" "şu hayatta" diye konuşmaktan bile imtina etmek lazımken bir de hayat felsefesi demediğim iyi oldu, o da var. "Hayat"lı konuşma haddi bulamıyorum kendimde henüz, kılları ağarmış 3523 kitap yazmış bir adam değilim, olabilemem de.
Yine de bir şeyler var, en azından bir amaç olması gerekiyor. Yüce olması şart değil, bu hayatın bir işe yaraması gerekiyor. Bir kahramanlık, bir başrol var ortada, belki de onun hakkının verilmesi gerekiyor.
İnsanın kendinin ne işe yaradığını, neyle çalıştığını ve neyle çalışmadığını bilmesi lazım ki o başrole uygun bir senaryo yazılabilsin. Ağlak bakışlı romantik prense kahramanlık destanı yazdığın vakit filmin komedi filmi oluyor. Peki şimdi bu filme herkesin gülmesi başarı sayılmalı mı? Kahramanlık hikayesi olarak başarısız, komikçi olarak başarılı olmak o işin sahibini memnun eder mi?
Kahraman olmak istiyorsa etmez. O filmle kitlelere ulaşmak istiyorsa eder. Sadece mutlu olmak istiyorsa etmez. "Sadece mutlu olmak" diye de bir amaç olmaz zaten.
Dün çok eskiden beri bildiğim biriyle tanışıyorum, "bir arkeolog olmalıydım belki de, bir şeyler keşfetmeliydim. düşünsene benim bulduğum, benimle anılacak hiçbir şey yok, bir yerde benim onu keşfetmemi bekleyen bir şeyler olmalı" dedi. Ona, dünyada geçirdiği vaktin boş olmadığını gösterecek şey bir keşif yapmaktı demek, halbuki benim için hiç değildi. Keşifler ve icatlarla ilgili pek bir şey içermese de "güç" ve "iktidar" ile, yer yer nüfuz ile bağlantılı, belki bol paralı bir mesleği vardı. Belki de aradığı güç veya iktidar yolu değildi, ya da güç, para, iktidar istemek veya bunlara sahip olmaktan memnun olmayı beyan etmek ayıp olduğundan keşif peşindeydi. Bilemem. Bilemen.
Ben keşif peşinde değilim. İcat peşinde değilim. Adımla anılan bir icadım olsun olmasın hiç farketmez. Adımla anılan bir icadım olsun sefalet içinde olayım gibi bir tercih olsa, olmasın daha iyi. İcat micat istemem. Güç, para, iktidar, asma, kesme istemem. Gevşek adamım ben iktidarın yükünü kaldıramam. Çok param olsun isterim ama para kazanmak için her yol mübah gibi gelmez. Hem erdemli hem paralı olmak isterim. Hem bilgili hem kuvvetli, ama şöhretli olmasam olur, bilgiyi bir ışık gibi tutmak, keşiflerle icatlarla ortamı şenlendirmek, kitaplarda adımı okutmak istemem. Bir destan, bir kahraman olmak da istemem.
Peki ne olmalı benden, kendimle ne yapabilirim, neyi amaç edinmeliyim? İnsan ne ile yaşar?
Amaç diye neye diyorlar? Çok para kazanmak mı? Çok rahat etmek mi? Rahat ettirmek? Mutlu olmak mı? Gerçek aşkı bulmak mı, çok dostlar edinmek mi? Çok bilgili, çok dolu, çok deli insan olmak mı, dünyayı yerinden oynatmak mı? Ünlü olmak mı, huzur bulmak mı? Aile kurmak mı?
Hepsinden biraz mı?
Adamın tüm istediği sevdiği işten para kazanabilmekmiş. Sevdiği şeyi yapıyor ama bundan para kazanamıyormuş, yine de o şeyi yapmaya devam etmek için sevmesi yeterliymiş. Günün birinde para kazanacağı bir iş bulmuş, onu da sevmiş. Bir yandan sevdiği şeyi yapmaya devam etmiş. Sevdiği şey ona para kazandırmaya başlayınca bu sefer para kazandığı ve sevmeye de başladığı öbür işiyle sevdiği ama para kazanmaya da başladığı bu işi arasında kalmış. Belki de bütün mesele hangisini daha çok sevdiğiyle alakalıymış çünkü en başta sevdiği şeye, ilk sevdiceğine bu vesileyle geri dönmüş. İkisi arasında pratik olarak bir fark yokken, baştan "gönül" koyduğu şeyi seçmiş.
Yatırım. Para yatırmak riskli. Zaman yatırmak daha riskli. Gönlünü yatırmak daha da riskli, çünkü arabesk. Gönül yatırmak diye bir şey yok. Aslında var, ama arabesk olup çöpe atılmış, mundar olmuş.
Amacı olan insanın seçimleri her zaman daha zor. Çünkü seçim kriterlerinin içine hayatın "büyük resim"ini sokuyor. Büyük resim o kadar büyük, kenarları o kadar belirsiz ki hangi seçimin içine girse onu büküp bozuyor. Pratik adamın seçimi daha basit, hayatta kalmak = para, daha çok kazan = daha çok hayatta kal, çok kazandıranı seç, çünkü "abi mecburdum". Bu kadarcık bile kudreti olmayan "kömüre, bulgura oylarını satıyorlar" diye inler, onun hayatının amacı falan olmaz zaten. Amaç o hayata lüks gelir.
Halbuki bu seçimlerin hepsinden maişet kaygısı çıkarılsa, yani insanın hayatını devam ettirecek parası garanti olsa ve ömrü boyunca hiçbir şekilde çalışmasa bile ortalama bir konforu sürdürebiliyor olsa, amacın önemi daha da keskinleşirdi. Bir defa, "hayatta kalmak" amaçlıktan çıktığı için bir amaç sahibi olmak ya da olmamak meselesi icat edilmiş olurdu. Herkesin bir amaç sahibi olduğu illüzyonu bir yerde son bulurdu.
Amaç dediğin en nihayeti manevi tatmin verir. Kimisi bunu ailesine güzel bir hayat sağlayarak buluyor, kimi dünya kadar parayı yığmış olmakta, kimi dünyayı gezme imkanına sahip olmakta. "Işıklı bir şehir manzarasına karşı gece vakti çay koyup balkonda oturulabilecek bir ev ortamı ve kafa rahatlığı" diye amaç olur mu?
Pazar, Kasım 01, 2009
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)