Perşembe, Ağustos 30, 2007

pharmatonla bir hafta


Yorgunluğa son veren mucizevi multivitamin Pharmaton, yine, yeniden, bir performans devrinde, en yakın eczanede. Evvelden kullanıp pek bir faydasını görmediğim ginsengini sevdiğimin Pharmaton'una, kabahati düzensiz kullanışıma bularak yeni bir şans veriyorum.
İlk haftanın sonunda, konsantrasyon ve performansta bir artış yaşanmadı. Uyku düzeni her zamanki gibi, enerji pıtırcığı olunmadı. Bunun yanında serotonin üretimini azaltmasından dolayı görülmesi beklenen depresyon eğilimi de görülmedi. Ha bi haftada depresyona girilmez desen o da doğru.
Neyse ya, Pharmaton etkisini bir haftada göstermeyen karizmatik bir şeydir diyorum geçiyorum ben buna. Yoksa hiçbir faydası yok anam babam, bir tek aç karnına içilmiyor, kafi miktarda yemeden içersen feci mide bulantısı yapıyor. Budur.

Pazar, Ağustos 26, 2007

biz eskiden F1 seyrederdik

Büyük yarışa 49 dakika...

Şimdi -ya da bir saat önce- birisi bir biletle çıkıp gelseydi ve bu bilet bir F1 Türkiye GP bileti olsaydı, ve ana tribünden olsaydı, bilmiyorum gider miydim. Hani her şey hallolmuş, gidiş midiş dönüş, fakat bir yarışı bu kadar içindeyken bu kadar "dışından" takip etmek işime gelmezdi herhalde.

F1, pek de seyirci sporu değil. Hani, "Arabalar pistte vız vız dönüyor sen de bakıyorsun, bilmem ne anlıyorsun?" diyenlere verilecek pek bir cevabım yok ama "Arabalar önünden hayvan hızla geçip gidiyor, ne kadarını görebileceksin ki orada seyretmek istersin" diyeceklere verilecek cevabım, "haklısın" olur. Zira genellikle seyirci tribünleri güvenlik sebebiyle pistten oldukça uzağa konur, ve en yavaş geçilen noktalarda ve maksimum görüş alanı gözetilerek yerleştirilmiş olmalarına rağmen yine de pek az şey görülür. Atlanılan bir başka nokta da bu pistlerin çoğunda, seyirci tribünlerinin görebileceği yerlerde, yarışın takibine imkan veren büyük ekranlar olduğudur. Yani aynı zamanda televizyon görüntülerini ve sıralamayı da takip etmek mümkündür.

Peki, madem televizyondaki görüntüleri ve ilaveten uzaktan geçen birkaç arabayı göreceksek orada olmanın esprisi nedir? Cevap veriyorum, hiç... Zaten F1 organizatörlerinin bile önemsemediği bir güruhtur seyirci. Verdiği para piste gider, Bernie ve takımlar televizyon gelirlerini paylaşır. Bu sebepten, pist sahibinin sunduğu imkanların muhatabıdır seyirci. F1'de çoğu alana da giremediğinden, para harcadığı merchandise alanı hariç pek az yere girebilir. F1'i pistte adam gibi seyretmenin tek yolu pit alanlarını görmek, padokta -ve dolayısıyla- pistte her alanda gezebilmek, yarış seansları arasında garajlara yapılan gezilere katılabilmek, yani Padok Club biletlerine sahip olmaktır. O da yarış başı 2000Euro gibi bir parayı gözden çıkarmak manasına geliyordu en son. Yakın zamanda neler oldu bilmiyorum.

Şu halde, bir yarış günü pistte olmak için hiçbir sebep yok, ve fakat, herhangi bir piste bir kere ayak basmış, o kokuyu almış biri için bunların da bir anlamı yok. Böyleyken böyle.

Salı, Ağustos 14, 2007

yazmak istiyorum, devrik cümlelerle...

Kaynağı nedir acaba o hurafenin, "devrik cümlelerle yazarsan çocuğum, daha bir duygulu, daha bir derin olursun" diyenin... İstedikleri nedir acaba devrik cümlelerle yazanların, "akasya ağaçları vardı çocukluğumda, uzun uzadıya" diye ifade edenlerin. En basit cümleler, farklı mı görünüyordu acaba cümleler devrik olduğunda? Derin mi duruyordu duygular, öznesi sona saklandığında?

Allah cezamızı verecek ama dur bakalım ne zaman...

Pazartesi, Ağustos 13, 2007

bilim insanları

Gazetede bilim insanı, televizyonda bilim insanı, haberlerde onu bunu keşfeden, boyuna çalışan fedakar bilim insanları... Feministlerin haltetmesi midir, "politically correct" olabilme çabası mıdır nedir, bir "bilim insanları" geyiğidir gidiyor.Bizim bir zamanlar "bilim adamı" dediğimiz şey olsa gerek bu bilim insanı. Fakat böyle söyleyince tıpkı bir sevgi insanı, muhabbet insanı gibi; efendime söyleyeyim istasyon insanları, ve hatta "ben buyum" insanları gibi, bilim insanlarının da beraber anıldıkları iştigal konusu -yahut durum ve mekan- ile ilişkileri bizim yavşaklığımız ve yakıştırmamızın insafına kalmış oluyor -sanki.

Bilim adamı denilen şeyin bir ağırlığı vardı yahu, arkadaş hem "adam" olmuş, hem de adı "bilim" ile anılıyor... Bilim insanı ne peki? Adeta bir kanka geyiğinden, bir komşu teyze dedikodusundan alıntı: "Eh işte bizim Muharrem de bu işlere verdi kendini bilim insanı oldu artık keh keh"... Ne oldu peki "bilim adamı"na? Ya, biliyorum ben ne oldu. Bir geçiş dönemi vardı çünkü, "bilim adamları ve bilim kadınları" diye. Anlaşılan bilim ile uğraşan hanımlar kendilerine bilim adamı denmesini istemiyorlardı, "bilim camiası"ndan bahsedildiğinde kendilerinin adı ayrıca "bilim kadınları" olarak geçmez ise maazallah bilimsel çalışmalarının görmezden gelineceğini, statülerinin yok sayıldığını düşünüyorlardı. Erkek egemen bu dünyanın önemli alanlarından "bilim"e el attılar, adlarını da "bilim kadınları" olarak cümle aleme kabul ettirdiler ya, artık kimse onları görmezden gelemezdi. İşte çağlar boyu ezilmiş, horlanmış kadın, bugün bilim dünyasında kendine "adam" dedirtmeyerek baş kaldırıyor. İşte 2000li yıllar, işte kadınların milenyumu...

Artık bu "adam" kelimesinin mutlak maskülenliğine de kim karar verdiyse, tedavülden kalktı bilim adamları. Yerine cinsiyetsiz, ve de ciddiyetsiz bilim insanları geldi. Bilim insanı işte onlar, öyle uğraşıyorlar bilim filan, ellemiyoruz biz...