Ağlatan film, ağlatan şarkı diye bir şey var. Elde mendil filme gidiliyor mesela, ilginç bir durum.
Müziği biraz bunun dışına çıkarmak lazım, insanı durup dururken, derdi tasası yokken ağlatan şarkı pek yoktur. Olsa olsa bir şeyler hatırlatan şarkı vardır. Sanat denen şey genel olarak duygu anlatımı, duygu aktarımıyla ilgili. Yani alınıp ertesi gün kullanılamıyor, insanlığın "iş yapış"ını kolaylaştırmıyor, ne bileyim, aya çıkarmıyor. Bazen bir fikirden ibaret de olsa o fikri alet edevat haline getirip bir sanayi elemanı yapmak mümkün olmuyor. Sanat icra etmeye yarayan türlerden birinde ortaya konan eser genellikle bir hissin tarifidir. Damakta bir tad, alıcılarda bir hissiyattır. Sanatçı da burada bir hissiyatı şekillendirip insan önüne koyan, hatta bunu insanın içine yerleştirmeye çalışan adamdır. Ortaya koyduğu his, fikir gidip başka bir dimağa yerleşti mi sanatçı kitlesine "ulaşmış" demektir. Sanat vasıtasıyla ulaşır, dimağ çeşitliliğini kutlar.
Peki bir hissi veya hissiyatı ifade edilmeye değer kılan nedir? Büyük olması mı? Sarsıcı olması mı, yoksa acı vermesi mi? İnsanın içini kıyım kıyım kıyması, burum burum burması mı acaba? Trajedinin romanı, nefretin resmi vardır ama mutluluğun resmi var mı bilmiyorum (vardır lan abartmayayım). Varsa da azdır zaten. Sanat eseriyle muhatabının acılarına, mutsuzluklarına dokunmak kolaydır, mutluluklarına dokunmak zor. Neden bilmiyorum. İnsanoğlu acı kardeşliğini seviyor, acınmayı ve acımayı, sebepli sebepsiz üzülmeyi seviyor. Değilse bir şiirin uzun uzun tasvir ettiği buhranı alıp içine yerleştirmeye bu kadar hevesli olmazdı. Bir filmin içindeki koyu hüznü bile bile alıp ruhunda taşımazdı.
Piercing yaptırmak kimilerine aptalca geliyor. Sırf güzel görünsün diye - ki o güzellik de genel geçer güzellik yargısına ne kadar uyar belli değil - kendine eziyet etmek kabul edilebilir bir şey değil diyorlar herhalde. Ama gidip bir ekranın karşısına oturup ruhlarını deldirebiliyorlar. Üstelik bunun genel geçer, genel geçmez hiçbir güzellik yargısıyla alakası da yok.
Dünyasını karartmaya and içmiş, hatta başarısı buna bağlı bir sanat eserinin karşısına kendini rahatça koyabiliyor adam. O kimseye aptalca gelmiyor.
Cumartesi, Kasım 29, 2008
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
"bu kayıt yazar tarafından kaldırıldı" deyince insanlar çok gizemli şeyler olmuş zannediyor tabii. ne bilsinler önceki yazıya yazmam gereken yorumu önce buraya girip sonra asıl yerine taşıdığımı.
neyse, bıraksaydık öyle kalsa mıydı acep. bu arada burlar da boş kalmasın, acı meselesine gelelim biz.
aşı olur insanlar, zayıf bakteriyi enjekte ederler ki, vücut bakteriyi yenebileceğini öğrensin, kendine güveni gelsin. sonra sağlam bakteri günün birinde "kontrolsüzce" girdiğinde ona karşı hazırlıklı olsun falan. acılı mamüllerde de (film olur, müzik olur, çiğ köfte olur) benzer bir "challenge" var. acıyı altedebiliyorsan güçleniyorsun yani. en azından öyle zannediyorsun. zira bunu öğrenmenin tek yolu, kendini bu yolla acıya alıştırımış birinin gerçek acıya maruz kalmış halini müşahade etmektir.
ben etmedim, ama etsem ne göreceğimi bildiğimden adım gibi eminim.
insan kendini kandırmaya meyilli bir varlık işte, napsın :)
Yorum Gönder