Perşembe, Şubat 28, 2008
ah bu şarkıların gözü kör olsun
İki hafta kadar evvel mtv'de rastladım bir videoya, nip/tuck tadındaki vitrin mankenleri dikkatimi çekti dekor arasında. Evet evet, bu video dikkatimi celbetmişti, sonuna kadar seyrettim. Kimdir bu işin sorumluları merak ettim, gösteriden sonra kulise gidip ellerini sıkmak istedim.
Cinema Bizarre adlı bir grupmuş bunlar. Şarkının ismi de Lovesongs (They Kill Me). Mevzubahis video şu linkte;
http://www.youtube.com/watch?v=NbhuvD8DSW0
Birkaç gün sonra hala unutmadığımı farkedip bunda bir alamet olmalı diyerek, evvela şu videoyu bir daha seyredeyim dedim. Akabinde bunlar yeni bir grup mu, eski mi, underground mu, yoksa bir başka tarzdan bu hale prodüktör marifetiyle mi gelmişler, efendime söyleyeyim grup elemanları reşit mi, bu aktivite çocuk istismarına girer mi gibi sorular zihnimde dolaşmaya başladı. Bunları tek bir şarkıdan anlayabilmek mimkin değildi, böylece ufak çaplı bir araştırmaya giriştim.
Araştırmalarım neticesinde Almanya kökenli, profesyonelce "produce" edilmiş süper bir gösteri grubu oldukları kanaatine vardım. Yine de kendilerine "hıh" deyip geçemiyor, haklarında daha çok bilgi sahibi olmayı manyakça istiyordum. Güzel tasarlanmış web sitelerinin Almanca oluşuna tilt olmuş da olsam haklarında materyal aramaktan vazgeçemedim. Gösterdiğim alaka beni de şaşırtmıştı, "Bu teenage grupları piyasası takip edilmez oldu hacı, sevmiyorum, tiksiniyorum" laflarından sonra, "bu eller... bu eller artık bir işe yaramaz" deyip de iş başına geri dönmek gibi, ve dahi yeniden aşık olmak gibiydi.
Tarzlarının rock iddiasında olduğunu sanıyorum. Benzer şekilde "produce" edilmiş (kötü bir tabir ama yapılmış mı demeliyim, yapımlandırılmış diye element mi uydurmalıyım bilmiyorum.) diğer grupları gözlerimde tomurcuk yaşlarla, dün-bugün-yarın tripleriyle hatırladım sayelerinde. Mesela bir HIM vardı, şu videoyu hatırlayalım:
http://www.youtube.com/watch?v=7k1z5M3BDZo
HIM'in ilk albümünden sonra güçlü prodüktörlerce keşfedilip allanıp pullanması, erkek güzeli vokalin boyanıp genç kızların önüne atılması neticesinde, bu şarkıyla başlayıp birbirinden yavşak şarkılarla dolu albümler çıkarmasının başlangıcıdır bu video. Bakınız birbirinden saçma unsurlara, o "join me in death" temasının çiğliğine, şu gösterişe. Valo'nun prodüktör eli değmemiş imajına bir bakınız (when love and death embrace adlı şarkının videosu olabilir mesela), bir de şu imaja bakınız. Nasıl da doğru yerler vurgulanmış, nasıl da hedefe varılmıştır. HIM kendi halinde bir rock ve dahi cover grubuyken (Wicked Game coverı da çok iyidir bu arada) dünyaya bu imaj ile açılmış, genç kızların ve teenagerların love metal idolü olmuştur. İmza günlerine gelen zavallı gençlerin kılığından kıyafetinden HIM çılgınlığının boyutlarını anlayabilmek pek mümkündür.
Pekiyi, elde mukayese yapılacak bir ilk albüm yoksa, bir Cinema Bizarre hadisesinin prodüktör allaması ve de pullaması olduğunu nasıl anlayabiliriz? Evvela, yaşının 19 olduğunu öğrendiğim bir frontman'i ve daha fazla göstermeyen elemanları olan bir grubun saçıyla, makyajıyla, kıyafetiyle böylesine profesyonel bir imaj çıkarması pek mümkün değildir. Makyaj yapıp travesti gibi giyinen heriflerin bunu zamanla kendine yakışanı giymek haline getirmişleri ile, "sana bu imaj çok gider şekerim" direktifiyle edinmişleri arasındaki fark son derece açıktır. Yaptıkları müziği karşılaştırmadan, şu iki resimdeki grubun imajlarına bakalım;
İnsanın şu kılığı kendine bir yakıştırması var. Bakınız mevzu bahis grup London After Midnight'a (alttaki resim), bakınız ve ibret alınız şu "ben anamdan travesti doğdum" halinden. CB elemanlarının da sebat ederlerse zamanla alışacaklarını umuyorum. Zira bir promo çekimi sırasında bayram çocukları gibi yeni elbiseleriyle stüdyolarda koşuştuklarını gördüm, olsun o kadar dedim. Bu şekle şemale dün kavuşmamış olabilirler, sorsanız "biz altı yaşımızdan beri visual kei kanunları üzre bu anime kılıklarıyla geziyoruz" diyeceklerdir. Fakat bu şeklin insanın kendi eliyle yapılmasını geçtim, herhangi bir kuaföre tarif edilmesi de zordur. İnsanın on yılın sonunda bu kılıkla gezmesi ile iki senede kendini image maker'ların elinde bulması arasında fark vardır. Frontman karizması dediğin nah böyle olur demeden de geçemeyeceğim bu arada.
Makyaj konusunda bir parantez açmak istiyorum, eski kanaatlerimin aksine bu bir yakıştırma hikayesi değilmiş. CB çocuklarının suratlarına dikkatlice bakılırsa hiçbirinin erkek güzeli olmadığı açıkça görülür. Bildiğimiz Alman veledidir hepsi. Tamam şarkı söyleyen eleman biraz daha güzel gibi, öyle olsun. Yoldan çevirdiğimiz erkek adamı bozan makyaj bunları neden bozmuyor diye sorulduğu vakit vereceğim cevap, "profesyonellik şekerim, profesyonellik" olur.
Çekilmiş üç adet videoda da bu profesyonellik açıkça görülüyor zaten, her biri bambaşka bir konsept, bambaşka kıyafetler kullanılmış. Kolaya kaçılmayıp cidden özenilmiş, uğraşılmış. Yapılan iş müzikte bir devrim olmasa da iyi sunulmuş, bu yüzden takdiri hak ediyor. Sanırım ikinci video, albümdeki "sinema teması"na sahip, şuradan görülebilir;
http://www.youtube.com/watch?v=IFpC7QBOWYY
Şarkı tabii ki, teenage fanleri zorlamayacak sözlere, akılda kalır melodilere sahip, gerçekte pek de bir özelliği olmayan, basit bir iş. Buna rağmen düzenlemede ve kayıttaki profesyonellik, yine bu çocukların arkasındaki sağlam desteğe işaret. Kendileri de ortamda biraz yabancı, mizansende biraz eğreti duruyorlar zaten. Bilemiyorum nasıl ifade etmeli bu "altında kalmışlık"ı, ama zamanla aşacakları/alışacakları kesin.
Zaten bir sonraki video olduğunu tahmin ettiğim şu videoda, yine özenilmiş bir gösteri olduğu ve bizim çocukların duruma gittikçe daha da yakıştıkları görülüyor. Bu şarkıya da dikkat edilmesini özellikle rica edeceğim, bir yerlerde daha evvel duyduğuma emin gibiyim. Bir youtube videosu fonu olur, daha eski bir şarkı olma ihtimali olur, ya da sadece benzetiyor da olabilirim. Şarkıyı tek başına bir yerde duymuş olsam ilk tahminim, "aa The Rasmus değil mi bu?" olurdu. Sahi bir The Rasmus vardı, ne oldu onlara? Finlandiya'nın yüz karaları, şarkılarını çatlak sesle vokallendiren karga tüyü gotikleri olarak tanıdığımız The Rasmus'un da geçmişinde bu şarkıya pek benzer bir işleri bulunur ki seyredilmesini, dinlenmesini şiddetle tavsiye eder, bu gruba da şefkatle yaklaşılmasını isterim bu sebepten. Zira onları da "dünyaya açılma" sırasında imajlandırmış bir ekip vardır sanırım, ve şu an bildiğimiz iğrenç The Rasmus halinden bunlar sorumludur. Halbuki gayet neşeli ve eğlenceli çocukların grubudur The Rasmus, insanın şu videoyu gördükten sonra homini humini diye yolda durdurup sevesi gelir.
Cinema Bizarre'ın ise henüz ne tür çocuklardan oluştuklarını çıkarabilmiş değilim. Almanya'daki tanınmışlıkları ile dünyadaki tanınmışlıkları aşağı yukarı aynı. Yeni yeni televizyon programlarına çıkıp saçlarını bozmadan kameralara kaçamak bakışlar atan minik weirdolar olarak görünüyorlar. Tabii birtakım teenager tarafından idol haline getirilmiş olduklarından şüphem yok. Fan forumları varsa oralardaki sohbete göz atmak şahane bir deneyim olacaktır bu konuda.
Ben esas, büyük konserler vermeye başlayınca sahnede yapacakları taşkınlıkları merak ediyorum. Bariz travesti olan yan vokal eleman ve ultra şirin anime yaratığı basçı arasında geçecekleri düşünüyorum, onlara "sahnede öpüşürseniz seyirci nasıl çığlık atar biliyo musunuz" demek istiyorum. Ve bir ikinci albümleri olursa yapacakları müziği de merak ediyorum, çünkü bu tarz grupların imajla geçemeyecekleri bir sınavdır ikinci albüm. Prodüktör gölgesinden biraz çıkıp kendi müziklerini yapabilecekleri ve umarım kabul görecekleri bir albümdür. My Chemical Romance gibi gayet kolpa bir grup bunu yaptıysa CB'nin de yapması dileğimiz, temennimizdir.
Şu şirinliğe bak yahu yirim ben sizi
Pazartesi, Şubat 25, 2008
küçük şeyler - 3
Groupie olmaya eğilimliyim galiba. Pişkolocik sorunlarım var, gerçekten.
Hani hiçbir şeyi beğenmiyorum ya göya, bazen neleri beğendiğime ben de şaşırıyorum.
Bu salak detayı sözlüğe yazmayı denedim, bir başlık uyduramadım. Biliyorum ki benden başka seven var bunu, var ulan. Tek seven ben olamam.
Şudur; bir konserde vokalist/frontman aynı zamanda enstruman (tercihen gitar) da çalıyorsa, performans sırasında kendi kısmını çalar, bitirir ve pena tuttuğu elini mikrofona götürür. Pena tutan parmakları diğerlerinden ayıraraktan, eğretice kavrar mikrofonu. Tercihen ve bazen, sağda/solda duran seyircilere döner.
İşte o tribin bütünüdür.
Bunu yapan eleman hangi grubun mensubu olursa olsun, isterse feci bir müzik yapsın, o andan itibaren ben onun hastasıyımdır.
Hani hiçbir şeyi beğenmiyorum ya göya, bazen neleri beğendiğime ben de şaşırıyorum.
Bu salak detayı sözlüğe yazmayı denedim, bir başlık uyduramadım. Biliyorum ki benden başka seven var bunu, var ulan. Tek seven ben olamam.
Şudur; bir konserde vokalist/frontman aynı zamanda enstruman (tercihen gitar) da çalıyorsa, performans sırasında kendi kısmını çalar, bitirir ve pena tuttuğu elini mikrofona götürür. Pena tutan parmakları diğerlerinden ayıraraktan, eğretice kavrar mikrofonu. Tercihen ve bazen, sağda/solda duran seyircilere döner.
İşte o tribin bütünüdür.
Bunu yapan eleman hangi grubun mensubu olursa olsun, isterse feci bir müzik yapsın, o andan itibaren ben onun hastasıyımdır.
Salı, Şubat 19, 2008
Bir tarihte demişim ki,
Her şeye rağmen anlatmak, ifade etmek mi; ifadenin "olgunlaşmasını" beklemek mi?
Konuşabiliyor olmak böyle özel, böyle şerefliyken, durup fırtınaların dinmesini, taşların yerine oturmasını beklemek de bir yol, bir tercih. Çoğu zaman, paylaşmak ve olgunlaşmak arasında bir tercih. Paylaşılarak küçülen şeyleri kimselere vermeyip yerinde tutmak, biriktirmek, ve yakmak, ve yanmak, ve pişmek, ve sertleşmek bir olgunlaşma ise zaman zaman bencil davranmalı.
Zaten "paylaştıkça hafifleme" tespiti, ancak kişinin kendi zaviyesinden bakıldığında doğrudur; ağırlığın dağıtılması sebebiyle kişi yükünden kısmen kurtulmuş fakat toplam ağırlık aynı kalmıştır [kütlenin korunumu varsa bunun da bir çeşit korunumu olmalı. Fizik bilmek mi demiştik?]. Birikenlerin yanmasını beklemek, pişmekten daha çok acı ve sabır istese de, dağılmış parçaların her birinin yok olmasını beklemekten daha imkansız değildir. En zorlayıcı tarafı ise, yanmadan önce taşınabilecek ağırlık miktarıdır.
Her şeye rağmen anlatmak, ifade etmek mi; ifadenin "olgunlaşmasını" beklemek mi?
Konuşabiliyor olmak böyle özel, böyle şerefliyken, durup fırtınaların dinmesini, taşların yerine oturmasını beklemek de bir yol, bir tercih. Çoğu zaman, paylaşmak ve olgunlaşmak arasında bir tercih. Paylaşılarak küçülen şeyleri kimselere vermeyip yerinde tutmak, biriktirmek, ve yakmak, ve yanmak, ve pişmek, ve sertleşmek bir olgunlaşma ise zaman zaman bencil davranmalı.
Zaten "paylaştıkça hafifleme" tespiti, ancak kişinin kendi zaviyesinden bakıldığında doğrudur; ağırlığın dağıtılması sebebiyle kişi yükünden kısmen kurtulmuş fakat toplam ağırlık aynı kalmıştır [kütlenin korunumu varsa bunun da bir çeşit korunumu olmalı. Fizik bilmek mi demiştik?]. Birikenlerin yanmasını beklemek, pişmekten daha çok acı ve sabır istese de, dağılmış parçaların her birinin yok olmasını beklemekten daha imkansız değildir. En zorlayıcı tarafı ise, yanmadan önce taşınabilecek ağırlık miktarıdır.
Pazartesi, Şubat 18, 2008
bunu bana neden yaptın
diye sormak istediğim zaman, aynısını birilerinin de bana sormak istiyor olabileceğini düşünürüm. sonra da onların kim olabileceğini. sonra da kimseyi bulamam.
bulamıyor olmak, bu kimselerin yokluğuna delil değil. fakat, yeterince sert olunduğunda, inandırıcıdır.
üzmek yerine üzülmek. kırmak yerine kırılmayı tercih etmek.
- tam bir loser gibi yazmışsın
- biliyorum
- gerek yoktu
- farkındayım
- faydası da yok
- zaten benim de niçin yazdığım hakkında fikrim yok. bir çeşit rehabilitasyon olabilir mi?
- yine de onaylamıyorum.
- sen bilirsin.
bulamıyor olmak, bu kimselerin yokluğuna delil değil. fakat, yeterince sert olunduğunda, inandırıcıdır.
üzmek yerine üzülmek. kırmak yerine kırılmayı tercih etmek.
- tam bir loser gibi yazmışsın
- biliyorum
- gerek yoktu
- farkındayım
- faydası da yok
- zaten benim de niçin yazdığım hakkında fikrim yok. bir çeşit rehabilitasyon olabilir mi?
- yine de onaylamıyorum.
- sen bilirsin.
Salı, Şubat 05, 2008
ben demiştim
The Bucket List diye bir film gördüm, çok hatırlanacak cinsten bir şey değil.
İnsan hayatının, dostluğun önemi ve paranın önemsizliği, daha doğrusu mutlu olmak ve mutlu etmek için kullanılmayan zenginliğin önemsizliğini vurgulayan romantik bir film bu. Hakkında yazmamın sebebi, başında "anlatıcı"nın söylediği birtakım cümleler. Tam metnini bulamadım, ama şöyle bir şeylerdi;
"...kimileri insan hayatının değerini hafızalarda bıraktığı izle ölçer, kimileri yaptığı işlerle..."
"Edward Cole, hayatının son altı ayını son derece güzel/dolu geçirdi"
İnsan hayatının değeri ile alakalı şurada konuşmuşum, iki ay kadar önce.
Filmde buna benzer bir cümleyi görünce saçma salak bir gururlanma hissetmedim, derhal, böyle filmlerin kimler için çekildiğini düşündüm. Mesela, filmin afişinde orijinal adının bulunmuyor olması bir veri sayılırdı. Dağıtımcının görüşü deyip geçsek de, hedef kitle açısından bir fikir verdi bana. Yani işte, romantik komedi seyircisi filmi diye etiketlemekten çekinmeyeceğim bir film.
Sinemayla iştigali romantik komedi seviyesinde olan seyirci hakkında basitçe "düz adam" tanımlaması da yapılabilir ama biraz daha geniş düşünülürse "orta-üst entelektüel seviye" de bunlara dahil edilebilir. Yani düz adama düz adam diyenler. Yani birileri dümdüz yaşayıp hayat standartlarını dünya standardı bellerken, o birilerini düz adam olarak sınıflandırıp etiketleyenler.
Şimdi, bu adamlar beğensin diye film yapmış olan zihniyet, bu filme böyle bir cümle koyuyorsa, bununla bir şeyler hedefliyor demektir. Bu cümleyle o adamın his dünyasında bir yerlere dokunacağını düşünüyordur mesela, ya da küçük bir ihtimalle bu tarz lafları gerçekten içinden gelerek, bir keşif neticesi yazmıştır.
Ben o yazıyı yazarken bir keşif ve idrak içindeydim. Bir şeyler düşünüp neticesinde bunu buldum.
Bir başka tarihte de taraf olmak, taraf seçmek hakkında yazmışım. Bundan bir zaman sonra da "Düşünmek, taraf olmaktır." sloganıyla gazete çıktı. Bu gazetenin hedeflenen okur kitlesini düşünüyorum mesela, yine aklıma orta üst entelektüel seviye, yani "düz adama düz adam diyenler" geliyor.
Yani ben mütemadiyen bir şeyler bulduğumu sanıp not ediyorum, sonra onları ortalama fikir manipülatörlerinin elinde kullanılırken görüyorum.
Fikir ve his dünyam hakkında ciddi endişelerim var o gün bugündür.
İnsan hayatının, dostluğun önemi ve paranın önemsizliği, daha doğrusu mutlu olmak ve mutlu etmek için kullanılmayan zenginliğin önemsizliğini vurgulayan romantik bir film bu. Hakkında yazmamın sebebi, başında "anlatıcı"nın söylediği birtakım cümleler. Tam metnini bulamadım, ama şöyle bir şeylerdi;
"...kimileri insan hayatının değerini hafızalarda bıraktığı izle ölçer, kimileri yaptığı işlerle..."
"Edward Cole, hayatının son altı ayını son derece güzel/dolu geçirdi"
İnsan hayatının değeri ile alakalı şurada konuşmuşum, iki ay kadar önce.
Filmde buna benzer bir cümleyi görünce saçma salak bir gururlanma hissetmedim, derhal, böyle filmlerin kimler için çekildiğini düşündüm. Mesela, filmin afişinde orijinal adının bulunmuyor olması bir veri sayılırdı. Dağıtımcının görüşü deyip geçsek de, hedef kitle açısından bir fikir verdi bana. Yani işte, romantik komedi seyircisi filmi diye etiketlemekten çekinmeyeceğim bir film.
Sinemayla iştigali romantik komedi seviyesinde olan seyirci hakkında basitçe "düz adam" tanımlaması da yapılabilir ama biraz daha geniş düşünülürse "orta-üst entelektüel seviye" de bunlara dahil edilebilir. Yani düz adama düz adam diyenler. Yani birileri dümdüz yaşayıp hayat standartlarını dünya standardı bellerken, o birilerini düz adam olarak sınıflandırıp etiketleyenler.
Şimdi, bu adamlar beğensin diye film yapmış olan zihniyet, bu filme böyle bir cümle koyuyorsa, bununla bir şeyler hedefliyor demektir. Bu cümleyle o adamın his dünyasında bir yerlere dokunacağını düşünüyordur mesela, ya da küçük bir ihtimalle bu tarz lafları gerçekten içinden gelerek, bir keşif neticesi yazmıştır.
Ben o yazıyı yazarken bir keşif ve idrak içindeydim. Bir şeyler düşünüp neticesinde bunu buldum.
Bir başka tarihte de taraf olmak, taraf seçmek hakkında yazmışım. Bundan bir zaman sonra da "Düşünmek, taraf olmaktır." sloganıyla gazete çıktı. Bu gazetenin hedeflenen okur kitlesini düşünüyorum mesela, yine aklıma orta üst entelektüel seviye, yani "düz adama düz adam diyenler" geliyor.
Yani ben mütemadiyen bir şeyler bulduğumu sanıp not ediyorum, sonra onları ortalama fikir manipülatörlerinin elinde kullanılırken görüyorum.
Fikir ve his dünyam hakkında ciddi endişelerim var o gün bugündür.
Cumartesi, Şubat 02, 2008
küçük şeyler - 2
Bu defa pencereden gelen rutubet kokusu.
Rutubet kokusu da çeşit çeşittir; nemli duvarların çürüttüğü kumaş kokusuna karışan rutubet kokusu, bodrum katlarının yeteri kadar yapılmayan dip bucak temizliği yüzünden oluşan rutubet kokusu mesela. Bir de, denizi olan şehirlerin apartman diplerinde, arka taraflarda ve çıkmaz sokaklarında deniz kokulu, ama yosun ve iyot kokmayan, eski eşya aromalı fakat kirli olmayan bir koku vardır. Benim bahsettiğim, şimdi tam da arka tarafa bakan penceremden gelen bu koku.
Koku hafızası, koku hatıraları çok kuvvetlidir, pek de gizemlidir. Bir kokunun gözler önüne getirdikleri, hatıra barındıran hemen her nesneden/durumdan canlıdır. Bu koku da bana, çocukluğumun en güzel zamanlarının bir toplamını, bir kolajını getirir. En güzel zamanlar dediğim, bir yaz hatırası, iki yıllık okul tatili gibi bir zaman dilimi değil; mutlu olduğum her anın bir toplamı gibi. Yeni alınan bir kazak, bir çift ayakkabının gerçek bir sevinç getirdiği, gönlümüzü aydınlattığı zamanlar. Sahip olduklarımızın bize sahip olmadığı, bizim onlara bildiğimiz ve anladığımız gibi, istediğimiz gibi sahip olduğumuz zamanlar bunlar.
Asla huzurla içime çekemediğim yaz akşamı kokusunun alacağı olsun, rutubetli apartman dibi kokusu, huzur vermemiş de olsa mutluluğu hatırlatıyor işte.
Rutubet kokusu da çeşit çeşittir; nemli duvarların çürüttüğü kumaş kokusuna karışan rutubet kokusu, bodrum katlarının yeteri kadar yapılmayan dip bucak temizliği yüzünden oluşan rutubet kokusu mesela. Bir de, denizi olan şehirlerin apartman diplerinde, arka taraflarda ve çıkmaz sokaklarında deniz kokulu, ama yosun ve iyot kokmayan, eski eşya aromalı fakat kirli olmayan bir koku vardır. Benim bahsettiğim, şimdi tam da arka tarafa bakan penceremden gelen bu koku.
Koku hafızası, koku hatıraları çok kuvvetlidir, pek de gizemlidir. Bir kokunun gözler önüne getirdikleri, hatıra barındıran hemen her nesneden/durumdan canlıdır. Bu koku da bana, çocukluğumun en güzel zamanlarının bir toplamını, bir kolajını getirir. En güzel zamanlar dediğim, bir yaz hatırası, iki yıllık okul tatili gibi bir zaman dilimi değil; mutlu olduğum her anın bir toplamı gibi. Yeni alınan bir kazak, bir çift ayakkabının gerçek bir sevinç getirdiği, gönlümüzü aydınlattığı zamanlar. Sahip olduklarımızın bize sahip olmadığı, bizim onlara bildiğimiz ve anladığımız gibi, istediğimiz gibi sahip olduğumuz zamanlar bunlar.
Asla huzurla içime çekemediğim yaz akşamı kokusunun alacağı olsun, rutubetli apartman dibi kokusu, huzur vermemiş de olsa mutluluğu hatırlatıyor işte.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)