diye sormak istediğim zaman, aynısını birilerinin de bana sormak istiyor olabileceğini düşünürüm. sonra da onların kim olabileceğini. sonra da kimseyi bulamam.
bulamıyor olmak, bu kimselerin yokluğuna delil değil. fakat, yeterince sert olunduğunda, inandırıcıdır.
üzmek yerine üzülmek. kırmak yerine kırılmayı tercih etmek.
- tam bir loser gibi yazmışsın
- biliyorum
- gerek yoktu
- farkındayım
- faydası da yok
- zaten benim de niçin yazdığım hakkında fikrim yok. bir çeşit rehabilitasyon olabilir mi?
- yine de onaylamıyorum.
- sen bilirsin.
Pazartesi, Şubat 18, 2008
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
3 yorum:
üzmek yerine üzülmek, kırmak yerine kırılmak..
kırılmayı tercih etmek...
"arkadaşım sen anlamazsın, mazoşizm değil bu" diye cevap vermek fiyakalı dursa da, insanın evvel kendine vermesi lazım o cevabı. tamam, her acıyı kendine saklayanı mazoşist (veya mazohist, her neyse) ilan eden düz kafalıları bir kenara bırakalım, onlara takılmaya değmez. ama biz nerdeyiz?
kimin için, ne için çekiyoruz bunu? artistlik mi? kime? kendime olması hafifletir mi? kamikaze veya desperado veya gambit veya keşiş olma meselesi mi sade?
rehabilitasyonsa bu iş, tehlike demektir bence. rehabilite ediyorsan tolere edilebilir olandan fedakarlık ediyorsun demektir ki, ona artık fedakarlık denemez zaten. fizik bilmek ne çok işe yarar :) sen sabit hızla giderken, ne çok yol alıyorum diye avunursan da, fizikte sabit hızla gidenle yerinde duran arasında pek bi fark vehmedilmez. ivme diye birşey var, hep ordan çıkmış.
ondandır ki, "dünle beraber gitti, düne ait ne söz varsa. artık yeni şeyler söylemek lazım" denmiş.
belayı seven adam da var. mazoşist olmadan. ama o başka. sevildiğini hissediyor öyle. varolduğunu hissediyor. varedeni hissediyor. daha nolsun?
(nerden nereye geldik. ama alakalı bunlar hep)
tabii bir de sabır var. asıl meselenin kalbindeki kavram.
nedir sabır? durup beklemek mi? niye sabredersin? "du bakalım, elbet bizim de vaktimiz gelir" diyorsan, bak bu gerçekten ezikliktir. politically correct bir davranıştır, takdir görürsün, saygı duyarlar belki falan, ama zavallılıktır. yok eğer "ben çok ulvî meselelerdeyim, dönüp bakmam küçük hesaplara" diyorsan amenna, kendine dürüst olabildiğin sürece sıkıntı yok. ama şu yukarıdaki fedakarlık tanımından hareketle, bu işin de yaş olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. melek değilsin evladım, topraktan mamül birşeysin neticede.
Allah niye sabredenlerle beraber? ne özelliği var sabredenlerin, neyi bekliyorlar, yaptıkları ne ki? ama bu büyük bir söz. Allah seninle beraber işte, dahası mı var. ne için? sırf sabrettiğin için, sırf bundan dolayı. her susup bekleyene nasip olmayacak birşey bu. ucuz değil yani.
kaçmakla olmuyor. ama kaçmamakla da olmuyor. iyi olmak, tamam. ama aptal olmak gibi bir lüksümüz de yok, ki değiliz zaten aslında. sadece zaman zaman Allah'ı kandırdığımızı sanıyoruz. pazarlık yapıyoruz:
"ben bunu yaptım, şunu yapmadım, sıra sende.."
En başta şunu söylemek isterim, "üzmek yerine üzülmek, kırmak yerine kırılmak"tan kasıt, fedakarlık değildi.
Bu tarz ifadelerle dile getirilen fedakarlığı sevmem zaten, ona da başa kakma denir zaten.
Benim bahsettiğim, basitçe, mecbur kalmak. Öyle olması gerekir, ve öyle olur. Başka türlüsü olamıyordur, olmasına uğraşmaya da değmiyordur. Bunun fedakarlıkla da, sabırla da alakası yok.
"Öyle olması gerekiyor"u bilenle bilmeyen bir olur mu?
Sabrın "sıra bana da gelecek" formu sabırdan sayılmaz bence. Çok da erdemli olduğumu iddia etmem, ama sıra beklemekle sabrı ayırdederim.
Bunları buraya yazdıysam hazmedemediğim, sabredemediğim, unutamadığım için yazmışım. Topraktan mamülüz, fazlasını iddia etmek zaten haddimiz değil.
İşte her şey, uykuyla uyanıklık arasında.
Söylemekle susmak arasında.
Yorum Gönder